KOD: HÜNER140
Kur’an ve Sünnet’i düşünmenin, Kur’an ve Sünnet’ten hareketle düşünmenin, Kur’an ve Sünnet’le düşünmenin kapsamları farklıdır. Kur’an ve Sünnet’i düşünmek bizatihi Kur’an ayetlerini ve Sünnet’in kaynağı olan hadis rivayetlerini düşünmektir. Bu tür düşünme genelde ayet ayet, hadis hadis veya onları delil alarak konu konu düşünmektir. Kur’an ve Sünnet’ten hareketle düşünmede düşünülecek konuları Kur’an ve Sünnet belirlemektedir. Daha çok Kur’an ve Sünnet’i konu konu düşünmektir.ㅤ
Kur’an ve Sünnet’le düşünmeyi (KUSD) diğer ikisinden farklı görüyorum. Kur’an ve Sünnet’le düşünmekte kişi konuları istediği gibi seçer, istediği gibi düşünür ve düşünmesinde Kur’an ve Sünnet’e ters bir durum var mı diye düşüncesini gözden geçirir. Konu seçiminin kaynağı bizzat Kur’an ve Sünnet değildir. Düşüncesine ayetleri ve hadis rivyatelerini delil olarak sunmaz. Düşüncesini destekleyen veya yanlışlayan Kur’an ve Sünnet'te hükümler varmı diye düşüncesini gözden geçir.
KOD: HÜNER46
KOD: HÜNER0101
Dün olduğu gibi bugün de İslam’ın birçok alanda çeşitli spekülasyonlara konu olduğu bir dönemden geçiyoruz. Çoğunlukla sağlıklı bilgi temelinde karşılıklı bilgi alışverişinin, yerini, zihinsel kargaşa ve çatışmalara bıraktığı böyle bir ortamda, Müslümanların nihaî anlamda totaliter bir dikta sistemini kuracakları ve bütün özgürlüklere ve serbest muhalefete son verecekleri iddiası sıkça gündeme taşınır. Böyle bir iddianın enine-boyuna tartışılması gereği ortadadır. Öte yandan devlet ve toplum, bilim ve teknoloji sayesinde büyüyüp, sanayileşme ve ekonomik kalkınma seviyesi arttıkça, bireyin gücü zayıflamakta ve giderek devleşen yapılar karşısında haklarını savunabilme imkânları daralmaktadır. Atomize olan fert giderek bir istatistik rakamı haline gelmektedir. Bu önemli problemin görmezden gelinmesi sağlıklı değildir. Bir başka önemli sorun da şudur: Günümüzde muayyen bir devlet yapısı içinde yaşayan bireylerin genellikle dindar ve vatandaş diye iki sıfatı vardır. Dindar sıfatıyla belirli bir dine, vatandaş sıfatıyla da belirli bir devlete tabi olan birey, bu iki tabiiyet merkezinin kendisine verdiği yap veya yapma emrinin birbiriyle uyumlu olmaması durumunda ciddi bir çıkmaza girebilmektedir. İşte bu ve benzeri problemler bağlamında elinizdeki bu çalışma, Kur’an’a göre bireysel ve kamusal özgürlükleri tanımlamayı, anlamlandırmayı ve bunların boyutlarını akademik olarak ortaya koymayı amaçlamaktadır.
KOD: HÜNER087
Allah (c.c.) her kavme peygamber gönderdiğini belirtmekte ancak bizlere sadece bazılarının kıssalarını anlattığını ifade etmektedir. Allah (c.c.) Kur’an’da insanların öğüt alması için gerekli olan bütün açıklamayı yaptığını belirtmektedir.
Peygamberlerin kıssaları da bu amaca binaen anlatılmaktadır. Öncelikle Peygamber kıssalarının parça parça anlatılma sebebi iman edenlerin kalplerinin sabit kılınması için olduğu beyan edilmektedir. Ayrıca insanların Kur’an’ı daha kolay/iyi anlamaları için kıssaların anlatıldığı ifade edilmektedir. Bununla birlikte Allah c.c. Peygamberleri insanlara örnek olmaları için seçtiğini yani peygamberlerin Allahın seçkin kulları olduğunu ve onlara hidayet ettiğini insanların da hidayet yolunu tutmaları için bu peygamberlere tabi olmaları gerektiğini ifade etmektedir. Bunun için Allah (c.c.) Kuranda 28. Peygamberi anlatmaktadır.
Özellikle İbrahim (a.s.) ve Hz. Muhammed (s.a.v.) da iman edenler için güzel örnekler olduğu belirtilmektedir. Dolayısıyla iman edenler peygamberleri hayatlarında model insan olarak kabul etmek zorundadırlar.
KOD: HÜNER086
Hz. Peygamber “Kur’an’ı çokça okuyun, bir kimse Kur’an’ı okur da Kur’an’ın emrettiklerini yapmaz, nehyettiklerinden kaçınmazsa, o kişi Kur’an okumamış demektir” buyurmaktadır.
Kur’an, Hz. Peygambere (a.s.) yirmi üç yıl boyunca, yaşadığı şartlara göre parça parça indirilmiştir. Yani Kur’an şifahen gelmiştir. Masabaşı ilmi olsun diye değil, hayatın tam içerisine nüfuz etmesi için indirilmiştir. Kur’an okunduğunda onun ihtilafları çözmesi, hükmetmesi, okunup anlaşılması için indirildiği görülecektir. Dolayısıyla vahye muhatap olan insanın, Kur’an okumadan önceki hayatı ile Kur’an okuduktan sonraki hayatı, Kur’an okumadan önceki düşünceleri ile Kur’an okuduktan sonraki düşüncelerinin aynı olmaması gerekmektedir. Kur’an okuyan müslümanla Kur’an’ı okumayan kimsenin dünyaya ve olaylara bakışı aynı olmamalı zira Hz. Peygamber, Kur’an ehlinin Allahın has kulları yani ehlullah olduğunu beyan etmektedir. Bundan dolayı “Ehlullah”ın karşılaştıkları olaylara cahillerle aynı tavrı göstermemesi gerektiği ifade edilmektedir. Ayrıca Kur’an ehlinin kendilerini düzeltmesi durumunda insanların da kendilerini ıslah edecekleri zikredilmektedir.
Söz konusu amaca binaen biz, toplumda amme cüzü diye bilinen otuzuncu cüzü tefsir etmeye ve surelerin bize verdiği mesajı anlayabildiğimiz kadarı ile ifade etmeye gayret ettik. Zira biz, Hz. Peygamberin hayatında meydana gelen olayların birbirinden bağımsız gelişmediğine inanmaktayız. Aynı şekilde surelerin bu hayata müdahale etmek için indirildiğinden dolayı surelerin de bir birinden bağımsız olmadıklarını düşünmekteyiz. Bu sebeple, sureleri diğer surelerle irtibatlandırarak açıklamaya gayret ettik. Sureden anladıklarımızı da özetlemeye çalıştık. Ayetle ilgili açıklamaları genellikle dipnotta aynı konuyla alakalı diğer ayetlere müracaat ederek yaptık. Konuyu açıklamak için bildiğimiz bir hadis veya rivayet var ise onu da naklettik. Gerekli gördüğümüz yerlerde de tefsirlerden faydalandık.
KOD: HÜNER160
Mülk, Allah’ındır. Ölüm ve hayat, insan için bir imtihandır. “Keşke işitip akletseydik!” denilmemesi için Kalem ve yazdıklarına dikkat edilmesi gerekmektedir. Bir Kalem, yaşamamız gerekenleri yazarken; diğer kalem de yaşadıklarımızı kaydetmektedir. Hak gerçekleşince, yaşanılması gereken Kitap ile yaşanılan Kitabın mukayesesi yapılacak ve buna göre hüküm verilecektir. İşte o gün, dünyada Kitab’a göre yaşamayıp kitabına uyduranların, bütün sevdiklerini ve servetlerini azaptan kurtulmak için fidye vereceği ama buların kabul edilmeyeceği beyan edilmektedir. Bu hale düşmemek için hayatta rol model olacak birilerine ihtiyaç vardır. Bunun için bıkmadan usanmadan, dokuzyüz elli yıl, gizli-açık, birebir veya ilan ederek Allah’ın dinini anlatan Nuh (a.s.) en güzel örneklerdendir. Topluma vahyi duyururken elbette orada yer edinmiş nice şirkler, hurafeler ve yanlışlarla karşılaşılacaktır. Bu nedenle meselenin aslını öğrenmek için vahye müracaat edilmesi gerekmektedir. Hatta Allah adına yalan söyleyenlerin yine Allah’ın vahyi ile ortaya çıkacağı ifade edilmektedir. Zira özgürlüğe kavuşmak, kimse tarafından kandırılmamak ve birilerinin sömürgesi haline gelmemek için gecenin uygun olan bir bölümünde anlaya anlaya Vahiy okunmalıdır ki, gündüz gündem yapılacak hakikatler, zihne ve kalbe nakşedilsin. Çünkü Kıyamet yakındır ve İnsan, yaklaşan bu sona kendisini hazırlamalıdır.
Şimdi bunca ayetlerden ve hakikatlerden sonra hangi söze iman edecekler...
KOD: HÜNER70
KOD: HÜNER099
Son zamanlarda daha bir ivme kazanan din konusundaki tartışmalarda üzerinde en çok durulan konuların başında, dinî ifadelerin/kutsal metinlerin tahlîli gelmektedir. Özellikle vahiyle gelen ifadelerin, anlattıkları gerçeği ne oranda karşıladığı konusu sıkça tartışılmaktadır. Bu alanda din dilinin mahiyetini anlamaya dönük olarak “Sembolizm” veya “Sembolik/Alegorik/Mecazcı Dil Anlayışı”, ileri sürülen iddialı bir görüş olarak karşımıza çıkmaktadır. Şu bir gerçek ki deyimleri, mecazları ve edebî tasvirleri tümüyle yok saymak, onları salt literal olarak algılamak anlayışları köreltmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki ölçü ve kritere tabi olmaksızın gelişigüzel bir şekilde tüm ifadeleri mecaz bahanesi ile öznelleştirmek de anlamı buharlaştırmakta ve yok etmektedir. Öyleyse aşırılıklardan kaçınıp mutedil bir ölçü ve denge ile hareket edilebildiği takdirde sembolizm, bize kutsalın farklı tezahürlerinin yorumunu mümkün kılan teorik şifreyi sunarak beşeri varlığa ve onun varoluşuna yabancı olanın farkına varılmasına yardımcı olabilir, görülmeyen gerçekleri elle tutulur derecede açık olmayan bir algılayış ile anlamamıza katkıda bulunabilir. Aksi takdirde dilin kurallarına ve sahih naklî kaynaklara uygun olmayacak şekilde hareket edildiğinde, dinî ifadelerin anlamı ve nesnel karşılığı ile ilgili güvenilir bir dayanak ortaya koymak imkânsız hale gelecektir.
KOD: HÜNER131
Hayatın başlangıcından itibaren insanlar toplumda ekonomik açıdan eşit seviyede değillerdir. Günlük ihtiyaçlarını karşılayamayacak derecede fakirler, orta halliler ve zenginler toplumda her dönem var olmuştur. İnsanlardaki bu ekonomik farklılık Allah’ın takdiriyle birlikte insanların çalışmalarına, gayretlerine, kabiliyetlerine ve zamanın şartlarına bağlıdır. Kur’an’ın insanların birbirlerine ihtiyaç duyduğu işlerde çalıştırabilmeleri için gerekli gördüğü bu durum yiyecek, giyecek ve barınak gibi temel ihtiyaçların tedarik edilmesi için de kaçınılmazdır.
Kutsal kitaplar bir taraftan servet ve mülkiyet konusunda din ve dinin hassasiyetlerinden uzaklaştıracağı ihtimalinden dolayı sık sık uyarıda bulunurken, diğer taraftan vehbî ya da kesbî nedenlerden dolayı oluşan fakirlik olgusuyla mücadele edilmesini istemektedir. Bununla birlikte Kur’an’da, sahip oldukları zenginlik ve güçle şımaranların, bu durumlarını inananların ve zayıfların aleyhine kullananların şiddetle kınanması İslâm’ın fakirlerden taraf olduğu yorumlarına sebep olmuştur. Hâlbuki İslam, bir taraftan varlığın muhtemel menfi etkilerinden insanları korumaya çalışırken, diğer yandan değişik nedenlerle açlığa ve yoksulluğa maruz kalan bu dezavantajlı gurupları teselli etmekte ve varlıklı Müslümanları onlara yardıma çağırmaktadır.
Fakirlik insanın düşünce yapısını, yaşantısını, toplumun emniyet ve huzurunu, devletin selametini olumsuz yönde etkileyen bir olgudur. İslam, çözülmesi gereken bir problem olarak gördüğü bu olgunun bertaraf edilmesi için çok çeşitli yöntemler ve pratik öneriler sunmuştur. Kur’an’ın ilgili âyetleri ve Hz. Peygamber’in uygulamaları doğrultusunda söz konusu meselenin halli için konan ilkelerin hedefi özelde İslam ümmetini, genelde tüm insanlığı fakirlikten korumaktır.
KOD: HÜNER125
İslam düşüncesinin temel kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’in nasıl anlaşılması ve yorumlanması gerektiğine dair tartışmalar, çoğu zaman Kur’an ve sahîh sünnet kaynaklı olmaktan ziyade mezhep, meşrep ve cemaat eksenli olarak yapılmaktadır. Tartışmalar bu minvalde seyredince ortak paydalarda birleşme imkânları iyice azalmakta, yanısıra Kur’an’a yöneltilmesi gereken rağbetin büyük oranda dağıtılıp meşreplerin kendilerine ait olan kitaplara sarfedildiği görülebilmektedir. Öyleyse İslamî düşünce mirasımızdan ve onları yansıtan eserlerden istifade etmeyi önemsemekle beraber bakışları Kur’an’a yönlendirmek, onun hesabına diğer kitaplara dağıtılan rağbetleri yine ona çevirmek, bir zorunluluk halini almıştır. Bu husus, Kur’an’a inanan her birey için -değil bir lüks- hayatî bir görevdir; yapılmadığı ve hakkıyla yerine getirilmediği takdirde hesabı sorulacak olan ömürlük bir ödevdir.
Müslümanlar olarak bunu başarabilirdiğimizde Kur’an-ı Kerim, sadece her harfine on sevap verilsin diye anlamadan okunmasıyla yetinilen ve mezarlarda ölülere rahmet olsun diye okutulan bir kitap olmaktan kurtulur; hayatı şekillendirmesi ve hayata hayat katması gereken bir kitap olarak okunur; anlaşılması için çalışılır; yaşamın her alanında ve her boyutunda müslümanlar için gündemin birinci maddesi haline gelir. Bizler Kur’an’a bu önceliği verebilirsek o da, hayatın her alanında nitelikli başarılara ulaşma şansını bizlere sunacaktır.
Kur’an’ı Kerim’in hidayet mesajını bizzat onun kendi ifadelerinden anlamaya çalışma; gerek mü’minler üzerindeki tesirinin, gerekse inananların ona duydukları rağbetin arzulanan bir şekilde yeniden tesis edilebilmesinin tek çıkar yoludur. Yanısıra Kur’an’la böyle bir yakınlaşma, örf ve adetlerle karıştırılıp etkinliği ritüellerden/ayinlerden ibaret hale getirilmiş geleneksel bir din anlayışı yerine, gerçek ve öz hüviyetine kavuşturulmuş bir İslam arayışı mücadelesinde başarıya ulaşmanın en sağlam ve en kısa yoludur. Ne mutlu bu yolda yürüyüp Muallim-i Ezelî’nin karşısına çıkabilenlere!..
100.00 TL
215.00 TL